Saturday 29 November 2008

merhaba,
"Bugun son krizle ilgili durumun turkiye'deki yansimalari ile arastirmaya verdim kendimi...en sonunda geleceigmiz nokta imf'yle bir anlasma yapilmasi. ancak bunun neden aylar oncesinden yapilmadigi halen merak konusu; eminim gecerli bir pazarlik sebebi vardir. bu anlasma yapilmayacak ise de, insanlarin onunu gorebilmeleri icin birseyler yapilmasi mutlaka sart. imf'yle anlasma da eminim bunun icin yapiliyordur."

Anlasma yapilmasi isteginin hatta zorunlulugunun edeni acik: Cari Acik.
Cin'den 100 milyar $ degerinde ithalat yapip, buna 8 milyar $ degerinde katma deger ekleyerek dissatim yapildiginda ancak ihracatin ithalati karsilama oranini iyilestirebilirsiniz. 40 milyar $ degerinde zorunlu ithalat ve 10 milyar $ degerinde de yatirim mallari ithalati yapar ve orani 108/150=%72 yapariniz. Oran cok iyidir ama cari aciginiz 42 milyar $ olur. Dikkati bu oran ve benzeri iyi parametreler uzerine yoneltip, disardan yardimla birlikte sicak para vs. ile durumu gittigi kadar goturmeye calisirsiniz ve deniz bir yerde biter.
"( keske halk hukumeti denetleyebilse. o zaman iste gercek demokrasi olur.. nerde...)"

Bunun icin bir dizi oneride bulundum ancak goruldugu kadariyla "gemisini kurtaran kaptandir" mantigi hakim. Demokrasi icinde birlikte yasamak pek olasi gorulmuyor.

"japon calisma kosullarina bakin, neredeyse tum pratik - ekonomik reformlar onlardan cikmadir; bugun mercedes'in departmanini kurdugu ove ove bitiremedigi kaizen (yani calisanin isini en iyi bilmesi, ve tum sorunlari, tum aksakliklari onun cozebilecegine dair olan inanc) isyeri icerisinde kendiliginden gelisen sendika, ve daha bunun gibi bir suru ornek vardir eminim.
Kaizen'in bir parcasi da stoksuz uretimdir. Bunun icin de "Organize organik urunler tuketim kooperatifi" onerisinde bulundum. Kimsenin kimseye guveni yok ya da kiskaniyor. Duygusal nedenler disinda mantikli bir neden goremiyorum onerimin tutulmamasi icin.Bazı finans köşe yazarlarının döviz kurlarındaki gelişmeler ile ilgili yorumları aşağı yukarı şöyle:

"Dolar yukarı hareketini devam ettiriyor, 1,5 bandına kırarsa 1,8 bandına doğru hareket edebilir, ama kıramazsa 1,4 -1,5 bandında kalmasını bekleyebiliriz.

Ama küresel piyasalardaki türbülans nedeniyle net bir tahminde bulunmak zor. Yine de panik yapmamakta fayda var. Faiz çok yüksek, sömürülüyoruz. Daha önce zaten yapay olarak düşük tutulan kurun elbet bir gün yükseleceğini söylemiştim. Döviz pozisyonunu ona göre almayanlar yandı. Dow Jones, NASDAQ, FTSE artıyor. Ancak bu sizi yanıltmasın. BOVESPA'daki düşüş yakın zamanda diğer piyasalarda gerçekleşecek bir düşüşün de habercisi olabilir. Tabii olmayabilir de. Dikkatli olmak lazım. Sıcak para kaçıyor. Halkın arasına girip duruma bakarsanız, piyasaların durgun olduğunu görürsünüz. Yine de kurun yukarı hareketi rekabet gücümüzü arttırarak ihracata olumlu bir etkide bulunabilir! "
Peki döviz kurunun artması rekabet gücümüzü arttırır mı? Ya da daha genel olarak, döviz kurunun artması iyi midir kötü müdür?"

Gecen seneki dusuncem degismedi: Cari acigi kapatana kadar kuru yukseltmeliyiz. Bu bize neye mal olursa olsun bunu yapmaliyiz. Sanirim 2.2-2.5 arasinda bir paritede bu gerceklesir.
Tabii yan degerlendirmelerin de yapilmasi kosuluyla. Bizim gibi seytanin aklina gelmeyecek pratik, pragmatik, kisa vadeli dusunceler ureten sistemi oturtmamis toplumlarda monetary ve fiscal policies batili anlamda calismaz.

"sağladığı avantaj reel bir avantaj değildir. Rekabet gücü için sadece dövize güvenirseniz ekonomideki dalgalanmalardan çok etkilenirsiniz (rekabet gücünüz bir artar bir azalır!). Küresel piyasaların durumu göz önüne alındığında rekabet gücü için son güveneceğiniz şey döviz kuru olmalıdır. Peki, acaba yüksek kurun rekabet güçlerini arttıracağını düşünen şirketlerin rekabet gücü gerçekten artmış mıdır? Ben pek sanmıyorum çünkü onlar aslında şöyle diyordu "ceteris paribus, yüksek kur rekabet gücümüzü arttırır." Ne var ki, ceteris hiçbir zaman paribus değildir. Kur artarken dış talep azalabilir! Ne demişler rekabet gücünü arttırmak için Ar-Ge, teknolojik ilerleme ve yapısal reform şarttır! [3]"

Son derece dogru bir saptama. Goreceli Ustunluk Alanlari (Zeyyat Hatipoglu yillarca vurguladi) ve Kritik Kutle (Halim Dogrusoz yillarca vurguladi) gibi konulara da ozen gostermek kosuluyla.
"Peki eğer rekabet gücümüzü gerçekten arttıran şey Ar-Ge ve teknolojik gelişme ise, gelin bir de döviz kurlarındaki artışa Ar-Ge ve teknolojik gelişmeye katkıda bulunması muhtemel bir araştırmacının gözünden bakalım. Araştırmacımızın ismi Osman olsun. Osman, devlet üniversitelerimizden birinde araştırma görevlisidir, 1300 YTL civarında bir maaş almaktadır ve bir bilgisayarı bile yoktur. Osman, aldığı maaşla ne ev masraflarını karşılayabilmektedir (ya ailesinin yanındadır ya da arkadaşlarıyla ev tutmuştur), ne istediği İngilizce kitapları alabilmektedir (fotokopicilerde geçmektedir ömrü - zaten kütüphanelerde her istediği kitabı da bulamamaktadı r), ne kendisine bir bilgisayar alabilmektedir, ne de yurt dışı konferanslara katılabilmektedir (üniversitesi bazen yardımcı oluyor ama o da senede bir kez). Osman'ın daha çok İngilizce kitap alabilmesi, yurt dışındaki konferanslara rahatlıkla gidebilmesi ve makalelerini yazabileceği bir bilgisayara kavuşabilmesi için döviz kurunun düşük olmasında fayda vardır. Osman bu sebeple, "kur düşünce, rekabet gücümüz azalıyor" [2] [3] diyen iş adamı kardeşten çok kendisini ve diğer akademisyenleri düşünmektedir. Bana sorarsanız Osman biraz bencildir, ama bu çok da kötü bir şey değildir. Sonuçta Osmanlar akademik çalışmalarıyla uzun dönemde rekabet gücümüzün kalıcı olarak artmasını sağlayabilir."
Osman'in bilgisatyara gelene kadar bir dizi baska sorunu var:
1. Egitim sistemi barbat ve kokusmus.
2. Ise alma konusu da oyle. Milletvkili torpiline kaldi.
3. Calisma arkadaslari sorunlu.
4. Rektor durumu idare etmeye calisir. Dogulu anlamda "idare etmeye".
5. ...
"Soru şu: Peki biz Osmanları hiç düşünüyor muyuz? Sadece döviz kuru ile bağlantılı olarak değil tabii. Her anlamda. Rekabet gücümüzün arttırmak, sürdürülebilir iktisadi büyümeyi sağlamak için Osmanlara ihtiyacımız var. Onlara — ve tabii ki çocuklarımıza ve gençlerimize — her türlü imkanı sağlayıp insan sermayemizi iyileştirmemiz gerekiyor. Kura endeksli bir düşünme biçimiyle hiç bir yere varamayız. Unutmayalım, biz günü kurtarma politika ve söylevleriyle vakit geçirirken, pek çok değerli akademisyen yurt dışında çok daha iyi imkanlarla iş bularak onların rekabet gücüne katkıda bulunmak için vatanımızdan uzaklaşıyor. Hatırlatayım istedim."

"Seni bir seven pisman, bir de sevmeyen gonul." Donenler bu sarkiyi bol bol soylemekteler. Gidenler de hakli. Aslihan Tolun'la son yaptigim konusmada o da iyi olanlarin gonderildigini ve bunun dogrulugunu vurgulamakta idi. TUBA uyesi bir biliminsani boyle demek zorunda ise...
"Yazan:N. Emrah Aydınonat on Eki 18th, 2008 "

Biz malesef bunlari akillica tartisacak her turlu varlikdan uzagiz. Meleklerin kanatlari ve uzerindeki tuylerle yogun bir sekilde mesguluz de.

ismail

Tuesday 18 November 2008

İlk yazin da güzeldi ama aşağıdaki yazın mükemmel. Çok tamamlayıcı olmuş.

İzninle ben ilk olarak geçen yazımda eksik bıraktığım bir noktayı tamamlayayım: Toprağın senede 1 mm. incelmesi yüzeyden olmayacak. Üst 10 cm. lik katman "depletion"a uğrayacak. Giderek üst 20 cm. lik katmana yansıyacak. Bu bir sorun çünkü ekim için , daha sonra, 40 cm. derin sürmek gerekecek ki bunun zorluğunu takdir edersin. Traktörle zor , sabanla imkansız. Dolayısı ile burada bir ölüm-kalım sorunu söz konusu gibi.
O 60 donum kalsın derim. Giden 40 donum yetmeli. Ekonomi bugün böyle işaret ediyor ama "Keser döner sap döner, gün olur hesap döner" derler.

Söz ettiğin sistem yalnız İsviçre değil Almaya'da da işlemekte. Burada uygulaması zor değerlendirmeleri alıyorum.

Tüketici organik ürünü değerlendiremezse Erkan Topuz'u da pas gececek. Daha doğrusu sözlerini pas geçip , ocağına-kucağına düşecek. Cunkü köylü hiç caba göstermez organik üretim için. Onun 20 yıl sonrasını düşünecek hali yok, zaten bugün neredeyse ölmek üzere.

Benim arazilerim sürekli sulanabilir durumda, 12 ay da verim alınabilir. Hele meyve ve arı gibi bütünlerler de eklenirse bayağı iyi de olur. Ancak dediğin gibi uğraşacak insan ister. Yine de bizim yaşama biçimimiz değişik. İşin hala üstsüz bölümündeyiz. Deniz kenarını ve rabayı yeğleriz. Kolay ve hazır olanını da. Bu bir kültür. Uğraşsam da çaışmaz zaten. Ben de bu tür yerler işletmecisi değilim sonuçta. Bana para için bu tür işlerle uğraşmak cazip gelmez.

O bölgede "Maşukiye Evleri" adı verilmiş 12 adet villayı benim bir arkadaşım ve ortağı yaptı. Hem bolgenin yapısını biliyorum hem de "Su Ürünleri"ni. 400 metrekare tripleks villalar ve 200.000 YTL istiyorlar kalanlar için. 6 tajne daha kalmış galiba. Belki ilgi duyabilecek insanlar tanyor olabilirsin.

Meşe-Gürgen meselesi yine ekonominin işaret ettiği galiba.

Bir tanıdığımın eşi Alman. Bir ziyaret sırasında speck yerine dana kaburga ile aynı şeyi denemişler. Başarılı da olmuş. Ben yağlı şeyler pek yemiyorum. En aç olduğum günlerde koca bir "Eisbein"ı masada bırakıvermiştim bu yüsden.

Web sitesi 2-3 tane yaptım. Biri eğitim ile ilgili, biri tıp ile ilgili biri de b2b ile. Sırada ekili arzilerin takibine yönelik olan bir tane var. Bakalım web'e ne zaman konur bunlar. O kadar çok site var ki.

Ha yazılaını gerçekten değerli buldum. Benim bloguma koydum. Başka kıymetli yazılar da var. Belki bir bakmak istersin. Adres: http://isoger1.blogspot.com.

Yazdıklarının bana özel olduğunu düşünüyorsan o zaman blogdan kaldırmak da bir sorun değil. İsim vermedim, istersen ismini vermek de kolay. Ne de olsa senin propriety'in onlar.

teşekkür, sevgi ve saygılarımla
ismail
İsmail;
Ben doğal beslenmeyi olabildiğince beceriyorum.
Kısaca “organik tarım” olarak adlandırılan “doğaya dönüş” yaklaşımını, ondan en üst düzeyde yararlanmak için izlemen ve bunun içinde tarım yapılan, hayvancılık yapılan yerlere yakın olman gerekiyor. Bu bizi “gel köyümüze dönelim” sonucuna götürmekte.
Benim köyüm Sakarya Akyazı. Burada hâlâ tarım ile uğraşanlarım var. Mısır ekiyoruz.
Ama ben daha değişik bir yoldan söz ediyorum. Ben Tuzla’da oturuyorum. Burası bir diğerini tanıyan insanların oluşturduğu bir toplum. Hıyarımı domatesimi sezonunda iki sokak ötedeki tarlasında yetiştiren adamdan alıyorum. Bana bahçe işlerine yardıma gelen Haydar’a telefon ediyorum, “yarın sabah topladığın bamyadan, geçerken bana da bir kilo bıraksana” diye.
Balıkçı Mustafa telefon eder, “Ali abi, zıpkınla vurulmuş levrek geldi ayırayım mı?” diye. Deniz Harp Okulu’nun astsubayları eğitim için düzenli dalarlar. Çoğu zaman da nitelikli balıkla dönerler. Balık bizde günlüktür. Mustafa satamadığını akşama lokantalara götürür.
Kasap Aytaç, Pazartesileri Tuzla Aydınlı’daki mezbahada özel dana keser. Bunu askıya asar, Çarşamba veya Perşembe en lezzetli ve yumuşak eti alma günüdür. Hafta sonu ise kuzu zamanıdır. Kuzu, kesildiğinin ertesi günü yenebilir. Tavuğu ne yazık ki Keskinoğlu veya Banvit almaktayım.
Ekmeğimiz hem çeşitli ve hem de çok lezzetliydi. HAS ekmek fırını ne yazık ki, iki sene önce “odun”u bıraktı ısıtma için doğalgaza geçti. O zamandır bu zamandır ekmeğimi kendim yapıyorum. Söke Un’un köy ekmeği, çavdar ve tam buğday karışımı unları ile Pak mayanın mayaları 230 derecedeki elektrikli fırında 25 dakikada olağanüstü lezzetli ve sağlıklı sonuçlar veriyor. HAS’ın fırınında ekmek, doğalgazın atıklarını taşıyan oksijeni azalmış fırındaki hava içinde pişmekte; sanırım fark bu. Elim değdiğinde bahçeye bir taş fırın yapıp odun ısısı ile su böreği pişireceğim. 50 yıldır yemedim hasret kaldım.
Bu sene bahçedeki asmanın üzümü ile pekmez yaptım. Hemen bitti.
Karşı komşum yol kenarına ağaç yerine zeytin dikmiş. O da Osmaneli’li, köyünde zeytinliği var. Toplamasına yardım ediyorum. Tuza basıp, savurup kendimiz olgunlaştırıyoruz. Bu sene henüz kararmadı zeytinler.
Çok zor değil.
Öyle yaşamak istersen, öyle yaşarsın.
Hele sana Mahmudiye kaynak suyunda yetiştirilmiş alabalık’ı, Sapanca’daki dağ evimin bahçesinden toplanmış taze yabani kekik + sarmısak + kırmızı biber + zeytinyağı içinde bir gün bekletip, meşe odunu kabuğu ateşinde ızgara yapayım, bir süre başka balık yiyemezsin. Yavan gelir; saman gibi gelir.
İsmail;
İşin (sağlıklı yaşam) ekonomisi negatif. Şehirde oturup bir dizi “şehir nimetleri”nden yararlanmanın ekonomik getirisi çok yüksek (ne yazık ki!). Bu nedenle bir çok model ancak “gönül katkısı” ile ayakta duruyor.
Toprağı işe sağmak ve sömürmekle meşgulüz.
Bugün yediğimiz tavuk’un 50 sene önce bahçede dolaşan tavukla genetik dahil çok az ilgisi kalmış durumda. Bu bağlamda, geçenlerde Beyaz’ın programında konu konuşulurken Beyaz “Köy tavuğu köy tavuğu diyorsunuz, diğerleri şehir tavuğu mu?” diye sorunca konuğu çok ciddi ve şamar gibi bir yanıt verdi: “Hayır, fabrika tavuğu!”.
Benim Akyazı’nın kasaba içinde, çok verimli ve çok fazla hayvan gübresi çok az fabrika gübresi görmüş, “organik tarım”a elverişli değil ama “az zararlı tarım”a çok uygun 60 dönüm toprağım var. Burası eninde sonunda parsellenip konut alanı olacak. Planı projesi hazır. Zaten bir 40 dönümü parselledik, arsa yaptık, satıyoruz, bu 60 kaldı. Burada senelerdir mısır-pancar-buğday yer değiştirilerek ekiliyor. Toprak çok çok iyi. Drenajı makul. Ama nitelikli tarıma geçmek için başında duracak adam gerek. Çiftçimiz, çok araştırmacı. Toprağı tahlile götürmüş, öneri ile geldi: “Türkiye’nin kiwi yetiştirmeye beklide en uygun toprağı bu, ne dersin girişelim mi?” diye. Olmaz dedik. 1. Kiwi 6 seneden sonra para getiriyor, ağacın bunu izleyen 50 yıl ekonomik ömrü var. Arsalaşmanın bunu bekleyecek zamanı yok. 2. Kiwi toprak ne kadar uygun olsa da üç günde bir yüzeyden serpme su istiyor. Bunun için 40 metre sondaj (aşağısı bataklık) açmak gerek 4-5 tane. Bunun bedeli bile ürkütücü. Ekonomi terse işaret ediyor. Dedim ya?

Gönül katkısını azmettirmek üzere Tuzla Belediyesine 5 yıl önce aday olan Tekin Ağırman’a (CHP - kazanamadı) şunu önermiştim. Büyükşehir belediyesinin ırzına geçtiği Kamil Abduş kuş gölü (şimdi bir iç deniz oldu, kuş veya göl ile en ufak ilişkisi kalmadı) çevresindeki belediyeye ait araziyi 50 metrekarelik parsellere ayır dedim. Bu parsellerin her birine birer 4 metrekare kulübe koy, kulübeye su ve kanalizasyon, elektrik getir, önüne 6 metrekare bir veranda yap, tepesine çardak koy. Bunları İstanbul’lulara kiraya ver. Adam Pazar günü gelsin, arabasını (kasden) uzaktaki park yerine bıraksın, buraya gelip sandalye masasını kulübeden çıkarsın, açsın, otursun, getirdiği yemeğini kulübedeki mutfakta pişirsin, isterse mangalını yaksın. Tuvalet ihtiyacını kendi kulübesinde gidersin. Kiranın devamı için de bir koşul getir. Adam bu 50 metrekarenin kalan 40 metrekaresinde dilediği tarımı yapsın. İster gül yetiştirsin akşam eve dönerken kucak dolusu gülle dönsün, ister hıyar yetiştirsin, sepet dolusu hıyarla dönsün, ister mısır yetiştirsin, haşlayıp/közleyip yesin. İki tane ziraat mühendisi görevlendir, tarım bilgisi desteği ver, ilaçlamaya sınır getir hatta onlar ellemesin, gereken ilaçlamayı sen yaptır. Bir mevsim tarlasına bakmayanın kira sözleşmesini yenileme. Kazansaydı yapar mıydı bilemem ama bu yöntem İsviçre’de yıllardır uygulanmakta.

Tüketici organizasyonu çok etkili olmaz. Nedeni de senin sağlıklı olarak yetiştirip günlük olarak tüketiciye ulaştırdığın sebze meyveyi tüketici değerlendiremez. Bizim tüketim alışkanlıklarımız değişti. Bizim evde bile pazardan alına patlıcan ancak 10 gün sonra yemeğe dönüşüyor. Tabii, bu kadar uzun dayanabilen patlıcan, doğal olamaz. Mutlaka raf ömrü uzun olsun diye genetik iğdişleme geçirmiştir. Bu doğal olmayan besinler bizi uzun stoklama sürelerine alıştırdığı için doğal gıdayı kokutur atarız. Önce bu bilinci yaratmak gerek. Bu da günümüz çalışan ev kadını ile çok zor.
Ama, şu da bizim evden gözlem: eşimin yaptığı yemekler o öğün yenir, ertesi gün belki bir daha ama sonu mutlaka 4-5 gün sonra dökülür. Ben bazen akşam eve gelince kolları sıvar mutfağa girer, tek tek seçerek aldığım malzeme ile bir yemek yaparım. İkinci akşam arandığımda kalmamıştır, öğlen dibine darı ekmişlerdir. Çünkü lezzetli olmuştur.

İstanbul / Lüleburgaz – Trakya, ne yazık ki senenin çok az bir kısmı mahsul veren yerler. 4-5 ay ile sınırlısın. Eğer 12 ayın 8-9’unda mahsul alabilsen, tüketiciyi kendi ayağı ile gelmeye alıştıracağın bir Pazar gezmesi “resort”u yapardın. Gelir, yer içer, dolaşır giderken de alır giderlerdi. Şimdi sen yetiştirsen bile Lüleburgaz’dan İstanbul’a sevkiyat yapıp kapı kapı dolaştıracak mısın? Yoksa Yurtiçi Kargo’ya mı vereceksin?

Beri yanda güzellikler de birer ikişer kayboluyor. Kamuran Sapanca’da İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi’nin 30 yıl önce kurduğu alabalık üretme tesislerinde işçi idi. Gürcü kökenli Sapanca köylüsü. Alabalık yetiştirmeyi ve işlemeyi Alman uzmanlardan burada öğrendi. Sonra, ayrıldı, Kırkpınar’da kendi balık çiftliğini kurdu. Ben onu 25 yıl önce bu aşamada tanıdım. Bu öğlen onun Alman hocasına atfen “Heinz” adını verdiği lokantacığında (kışın kapalı yerde 20 kişiye servis yapabiliyor) yemek yedim. Her zaman yaptığım gibi alabalık füme istedim. Mutfakta kendi ve karısı çalışıyor. Yeğeni servis yapıyor. Mutfakta işini bitirdi geldi, şöminenin yanına oturdu. “Bu alabalık füme de geçen seferki gibi kötüyse beni bir daha göremeyeceksin” dedim. Seneler önce alabalığı füme yapmak için dipten kızdırmalı fırının kızgın tabanına meşe yongası ve ufalanmış meşe kabuğu atar ve o dumanla tütsülerdi. O füme alabalığın tadına doyum olmazdı. Zaten o zamanlar balıkları kendi havuzlarında yetiştirirdi. Şimdi balıklar Bilecik’teki çiftliklerden geliyor. Meşe bulunmuyor diye gürgen talaşı ile tütsülüyor. Bu, “füme” değil, “isli” balık oluyor. Artık gerçek “füme”yi de bende yiyeceksin. Son ticari gerçek fümeci de tarihe karıştı. Zaten üç sene önce herif hacca gitti o zaman bu zaman içki de vermiyor, füme balık şarapsız yavan oluyordu. Fümesi de kaçınca artık o sayfayı kapattık.

Aslında bu yozlaşma bir tek bize has da değil. Bu sene Eylül’de İsviçre’ye tatil yapmaya gittim. Gruyeres denilen meşhur köyde o yörenin en özgün yemeği olan “Paysanne” yemek istedim. Birkaç restoranın önünde yemek listelerine (ve kısa tariflerine) bakıp arandım. Geleneksel Paysanne’da patates haşlandıktan sonra 12-15mm küpler halinde doğranır, kemiği alınmış ve gene aynı boyutlara doğranmış domuz kaburgası (speck) ile hafif kızarana kadar tavada çevrilir, sonra bir ateşe dayanıklı tabağa konur, üzerine Gruyeres peyniri dilimleri yerleştirilip fırına verilir. Peynir hafif kızarınca servis yapılır. Tüm lokantalar, gitmediğim 5 yıl sırasında o haşlanmış patatesi küp doğrama zahmetinden kaçmışlar, çiğ patatesi rendeden geçirip speck ile tavada çeviriyorlar. İyi de bu, Paysanne değil; Zürich yöresinin “Röstli”si!! Artık gerçek Paysanne için bana geleceksin. Yalnız gelirken speck getir. Tuzla’da bulunmuyor.

Yakınmalar bir yana istersen bir web sitesi kuracaksan sana lezzet (yemek / doymak değil; lezzet) tarifleri yazarım. Hepsi doğal malzeme gerektiriyor, hepsi sağlıklı. Hattâ türevler bile ürettim. En lezzetlisi pastırmalı Quiche. Quiche aslında Fransız. En iyi bilineni Quiche Lorraine. Bunda da speck var. Ama tart hamurunun üzerine konulan haşlanmış kıyılmış ıspanakla tavada çevrilmiş olarak. En son da rende peynirle karıştırılıyor ve çırpılmış yumurta dökülüyor üzerine. Fırında piştikten sonra ılık servis yapılıyor. Rende peynir yerine peyaz peynir de yakışıyor. Hattâ, Fransızlar pastırmalısını yapmış olsalardı, specklisini asla yapmazlardı dedirtecek lezzet veriyor.
İsmail bey yazınızla ilgili fikirlerimi size yazmak istedim
Adım Reşat KÜÇÜK ziraat mühendisiyim Süt sığırcılığı ile uğraşıyorum Besi danası da bakıyorum Tüketiciler tamamen organik olmasada % 70 organik olarak başlayacak birkaç yıl içinde % 100 ü organik olacak ürünleri , organik olmayan ürünlerle aynı değer üzerinden edinebilirler.
Teslim edilen ürünün sebze , et ve süt olarak günlük olması sağlanabilir.
Ürünler adrese teslim veya belirli merkezlere ulaştırılabilir. Ancak kuralları hem üretici hem tüketici lehine koruyup hakemlik edecek kooperatifin kurulması ve bahsettiğiniz sistemin parametrelerinin belirlenmesi lazım
Ben ekte size birkaç fotoğraf göndereceğim 480 sağmallık bir işletmem var Bursa da inek beslemede kullandığım bitkiler mısır ve yonca hayvan gübresi ile gübreleniyor. Çayırotunu askeri havaalanlarından ihale ile alıyorum ve bu çayırotu organik veya inorganik gübre içermiyor yılda bir kez baharda hasad ediliyor.
Kullandığım kesif yem içeriği tahıllar piyasadan alınıyor bu ürünlerde sun i gübre vardır
sistem kurulursa bu kısım gözden geçirilir.
Gübre ile ilgili hesabınız yanlış ülkemizde gübrenin idrarı akar gider ziyan olur üretici feçes denen katı kısmı biriktirir depolarken bu feçesinde % 60-70 AĞIRLIĞI HAFİFLER Esas kıymet gübrenin idrarında. Katı sıvı gübre karışık depolanırsa tarla uygulaması için 5-10 kat seyreltilmesi gerekir Kabaca ülkemizdeki organik gübre doğru yönetilse topraklarımızın yarısndan fazlasına yeter diye düşünüyorum. Ülkemizde gübre miktarı değil sevk ve idaresi yanlış Suni gübre petrole dayalı aşırı pahalandı çiftçi hayvan gübresini artık mecburen kullanmak zorunda yoksa bu maliyetlerle çok insan tarımsal üretimdeen çekilecek.
Tarlaya katı sıvı gübreyi yaydığımız makina ( tanker) fotosu ekte ab ve abd de cok yaygın bu sistem. Doğrudan pazarlama için fikir üretiniz para kazanacak bir sistem için mal üretecek binlerce üretici var çevremde.
Tarımla uğraşan insanlar eğitimsiz ve kötü bir sistemin içindeler kanları emiliyor. Doğru bir sisteme ihtiyaç var Halk pazarı ,Tarım tüketim kooperatifi parlak fikirler her iki taraf için hakemlik yapsa yine yeter.
Sebze lerin tadı yoktur doğru çiftlik gübresi faydalı olur Genetik olarak tohumların melezlemesi ilede dayanıklılık görünüş fenotip seleksiyonda öne alınmıştır bu seleksiyonun lezzet koku besleme değeri öne alınması insanların özlediği ürünleri sağlar en kötü üretimde yerel çeşitler kullanılır.*
Günlük ürün var günlük ürünü aracısız satacak yer kurun yeter.
Düşünün domates ağustosta 005 ykrş üreticide İstanbulda 089 ykrş insaf hiçbir ülkede hiçbir sistem hiçbir malın fiyatını 20 kat arttırmaz.
En son süt ve yogurt demişsiniz ayrı bir konu katkı süttozu ithal.
SÜT bizden 0.7 ytl çıkıyor. Istanbul 1.5 ytl ile 1.9 ytl alıyor. Bizden süt 3.5 - 4.2 yağlı çıkıyor siz 1.5 - 2 yağlı süt içiyorsunuz.
En az süt işleyen firmanın ürünü en iyidir. Cok süt işleyen aktörler büyükler. Kanlı irinli , otlu , boklu , sulu , antibotikli, çeşit çeşit sütü yüksek teknolojileri sayesinde UHT TEKNİĞİ İLE UZUN ÖMÜRLÜ HALE getirip satıyorlar
Verem , Brucella var açık süt almayın diyorlar ancak sütü düşük ısıda pastörize etmeyip yüksek ısıda besinlerini öldürüp sterilleştiriyorlar yağını çalıyorlar.
EN İYİ SÜT ŞİŞE,PLASTİK,VEYA KARTON KUTUDA OLSUN ÜRETİM İLE SON TÜKETİMİ ARASINDA 1 hafta süre olan süttür. Naturel az bakterili üstün nitelikli olmak zorundadır.
İyi akşamlar
İsmail bey merhaba

1- Fotoğrafları ertesi gün yolladım almadıysanız tekrar gönderebilirim.
2-Büyük işletmeler tarımsal rekabet için şart ancak hükümet bunun insan boyutunu önemsemiyor. Cumhuriyet tarihi boyunca en materyalist tarım bakanı iş başında 3 yılda tarımsal nüfus % 22 lere indi.Çok sert ve hızlı seleksiyon yapılıyor. Birde başbakan 3 çocuk diyor.
Tarımdaki nüfus 2013 e kadar % 10 un altına indirilecek deniyor bu kısaca işsizlik ve büyük şehirlerde suç oranının artması ile sonuçlanır diye düşünüyorum.
3- Görüşmekten zarar çıkmaz ancak kartel üyesi süt sanayicisinden üretici veya tüketiciye bir fayda çıkacak yaklaşım görmek zor. Sütaş Pınar Danone Ülker Sek Aysan Yörsan Eker aralarında anlaşıp üretici aleyhine süt fiyatı oluştururlar ancak bu bir türlü isbat edilemez Tüsedad başkanı Nizam KAĞITÇIBAŞI ile görüşebiliriz.
4-Pazarlama ile ilgili çalışmalarınızı bilmek isterim
5-Hertürlü yardıma hazırım Lülebergazda çevrim santralinden dulayı asit yağmuru var bitkiler zor yetişiyor bilginiz var mı? Ben Trakya ün Tekirdağ Zir mezunuyum.
Günlük hayatta ne işle uğraşıyorsunuz?
6-Cumalıkızık köyü 40 dekar mikro ölçüler bunlar organize etmek zor olur Ben temelden yukarı bir üretim hareketi düşünüyorum varolan köylü üretecek işin uzmanı olmayan eğitimli şehirlilerin her türlü bitkisel ve hayvansal üretime girmelerinin sakıncaları var bir gün ayırırsanız bol bol konuşuruz. Ama köylüye ne yapacağı çerçeve olarak verilecek ve denetlenecek Tüketenede sistem anlatılacak Alan kişi ne aldığından emin olacak. Örneğin Metro dana eti diye 12 ytl et satıyor komik mi ,acı mı ,iğrenç mi ne bu? Ben yetiştiriciyim dana etini (ERKEK SIĞIR) 11 YTL kestiriyorum.Kemikli.
Süt üretimi bitmiş inek eti 8 ytl KemikliYaşlı kart proteini dana eti kadar değil Belki antibiotikli Hayvanlarında tüberküloz brucella gibi zoonoz hastalık olmayan Türkiyede sağımhanede temiz süt sağan 200 kadar büyük işletme var bu sütler etler pazarlansa bile devrim olur.
Büyük firmalar mertse dürüstse topladığı sütü test etsin brc tbr varsa almasın ama para önemli onlar için. Geçen ay Amerikada Virginiada süt çiftliklerini gezdim hastalıklı sütü almayı boşverin 400 000 bakteri üzeri sütler alınıp satılmıyor Bizde kışın 8 000 000 yazın 20 000 000 bakterili süt alınıyor satılıyor brc tbr de ikramiye gibi. Benim çiftlikte bakteri 50 000 civarı hayvani hastalıklardan 6 ayda bir test edip ayıklıyorum.
Süt firmalarının tetra pak kutuda uht uzun ömürlü sütünü içmiyorun zaten Benim ürettiğim süte %13 ihale üstü fiyat alıyorum ancak süt ihale fiyatı çok düşük çıktığı için emeğimizin karşılığını alamıyoruz.
Allah'ım,Beni yavaşlat.Aklımı sakinleştirerek kalbimi dinlendir...
Zamanın sonsuzluğunu göstererek bu telaşlı hızımı dengele...
Günün karmaşası içinde bana sonsuza kadar yaşayacak tepelerin sükunetini ver. Sinirlerim ve kaşlarımdaki gerginliği, belleğimde yaşayan akarsuların melodisiyle yıka, götür.Uykunun o büyüleyici ve iyileştirici gücünü duymama yardımcı ol...
Anlık zevkleri yaşayabilme sanatını öğret; bir çiceğe bakmak için yavaşlamayı, güzel bir köpek ya da kediyi okşamak için durmayı, güzel bir kitaptan birkaç satır okumayı, balık avlayabilmeyi, hülyalara dalabilmeyi ögret...
Her gün bana kaplumbağa ve tavşanın masalını hatırlat.Hatırlat ki yarışı her zaman hızlı koşanın bitirmediğini , yaşamda hızı arttırmaktan çok daha önemli şeyler oldugunu bileyim...
Heybetli meşe ağacının dallarından yukarıya doğru bakmamı sağla.Bakıp göreyim ki, onun böyle güçlü ve büyük olması yavaş ve iyi büyümesine bağlıdır...
Beni yavaşlat Rabbim ve köklerimi yaşam toprağının kalıcı değerlerine doğru göndermeme yardım et.Yardım et ki, kaderimin yıldızlarına doğru daha olgun ve daha sağlıklı olarak yükseleyim.Ve hepsinden önemlisi...
Allah'ım,Bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için CESARET,Değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmek için SABIR,İkisi arasındaki farkı bilmek için AKIL ve Beni aşkın körlüğünden ve yalanlarından koruyacak DOSTLAR ver....
Amin. (HiTiTLERiN M.Ö.2000 YILINDAKİ DUVAR YAZISINDAN ALINMIŞTIR..)